EĞITIM-SEANS-WORKSHOP-FARKINDALIK SOHBETLER-SEMINERLER

Tüm çalışmalar Antalya Liman ve Lara bölgesinde ayriyeten Manavgat’ta yapılmaktadır. Keyifli döşenmiş ve sıcak ortamda deneyimli eğitmen ve terapistlerle beraber sizi aşağıdaki hizmetleri vermekteyiz: * REİKİ * Ezoterik Şifa* Innerspeak*yaşam Koçluğu*Tekrar Bağlantı* Theta Healing* Nefes koçluk ve özel seanslar* Mor Alev-Silver Violet Flame * 3.göz psişik güçlendirme *7 çakra kaynağı *Altın üçgen *Angel Light*Başmelek Mikail Enerjisi*Başmelek Cebrail enerjisi*Bolluk Bereket Reikisi *Büyük merkezi güneş uyumlaması *Derin şifa reikisi*DNA Şifası Reikisi *Dove güçlendirme *Eterik Kordon akımlarını güçlendirme *Full Spectrum Healing *Gümüş Mor Alev *Imara Reiki*Karmik ilişkileri aydınlatıcı reiki *Lighterian melek bağlantıları *Meleklerin Renkleri *Neptün gezegeni*Prana *Psişik korunma alevi *Rakama Reiki*Şans Reikisi *Takyon

5 Mart 2014 Çarşamba

Yeni Enerjinin İçmimarı...


Bölüm 1: Başlangıç
Kendini yeni enerjiye açmak demek, evinizi yeniden dizayn etmek için bir iç mimara teslim etmek gibidir. Mimar sizden gelecek talimatı bekler. Siz de hadi dediğiniz anda başlar ekibiyle çalışmaya. Önce evinizdeki tüm eşyaları çıkarttırır. Her ne varsa. Bu arada o eşyaların altından unutulmuş neler neler çıkar. Nasıl toz toplanmıştır altı yumak yumak böyle. Hani normalde kendi evimizi cillop gibi yaparız da ruhumuzun evlerini temizlemeyiz pek.
Hatta alışkanlıklarımız nedeniyle babaanne evlerine benzer ruh evlerimiz. Girip gezebilsek onları neredeyse çıldırtıcı şekilde kendimize ait eşyalar sandığımız şeylerin aslında hep atalarımızdan kalanlar olduğunu, onlardan miras aldıklarımızı doldurduklarımızla yaşadığımızı görürdük içlerinde. Mobilyalar dededen gelir, yatak odası takımı anneden, örtüler perdeler anneanneden, yemek takımları babaanneden, iş eşyaları babadan... Sizin kendinizin beğenip aldığınız anca birkaç oyuncak vardır belki de... İşte ruhsal evlerimiz böyledir ve onlara o kadar alışmışızdır ki elbette ki iç mimar girip ne var ne yok attırırken içimizden parçalar sökülür resmen...


"Ama ama ama o benim anneannemin perdesi... Bana 'Kızım böyle gezilir mi sere serpe, ne der elalem' dediği gün takmıştım evime" diye itiraz edersiniz; ama iç mimarla kontratınızda der ki "Bir kere mimar girdiğinde eve işini bitirmeden çıkışı olmaz ve mimar tüm evi baştan aşağı değiştirme hakkına sahiptir" Bunu yapmalıdır çünkü yeni yapacağı tasarıma o perdeler gitmez. Dedenin "Ağır oturaklı olacak erkek dediğin, ne öyle zıp zıp zıplıyorsun" koltukları da gitmez yeni tasarıma... Babanın "Öyle oyunla falan geçirecek zamanın yok, ekmek aslanın ağzında, sürünürsün" diyerek aldığı çalışma masası da...

Mimar büyük eşyaları çıkarttırır ve ardından bir bakarsın evin içini olduğu gibi tahtakuruları sarmış, kemirilmiş ruhunuzun evi. Önce tüm ahşaplar sökülür; hayatını dayandırdığını sandığın her ne varsa… Sonra da ilaçlama ekibi girer devreye, iyice dezenfekte eder evinizi... Bu arada bir sürü gizli bölme bulur ekip, oralara neler tıkılmıştır ailenizden saklamaya çalıştığınız neler. Ne oyuncaklar, ne resimler, ne anılar. Çok sevmişsinizdir ama korkmuşsunuzdur paylaşmaya... Mimar onları restore ettirmeye yollar bir arkadaşına; elden geçirilecek, parlatılacak ve camdan bir pano içinde yerlerini alacaktır onlar yeniden tasarlanmış evinizde… Fakat siz bunları bilmezsiniz... Ruhunuzun evinize bir girer bakarsınız ve tuğlaları görünen bir inşaat kalmış geriye. Bir an paniklersiniz "Ben ne yaptım" diye. Ortaya neyin çıkacağına dair bir fikriniz yoktur. Etraf felaket durumdadır...

İşte şu anda hemen hepimizin yaşadığı böyle bir şey... Yeni enerjiyi davet ettik ve mimar evimize daldı. Şu anda kimimizin evlerinden eşyaları çıkartılıyor, kimimizinki ise tuğlalarına kadar sökük vaziyette. Planlara bakmak istiyorsunuz ama Mimar "Sen bana güven, ben seni çok iyi tanıyorum. Ortaya çıkacak evde yaşamaya doyamayacaksın. Ama planlara karışırsan olmaz, bazı şeyleri henüz algılamayabilirsin. Sen keyfine bak, her şey harika olacak" diyor...

Tabii şimdi biz de ustalara güven olmaz inancı vardır. Bırakırsın ustaya evin içine de edebilir deneyimini de yaşamışızdır da hani bu usta bizim köşedeki kartonpiyerciden biraz farklı. Özünde evrenleri, galaksileri, gezegenleri yaratmış yaratıcının ruhundan almış.  Kendimizi bırakabiliriz rahatlıkla...

Bakalım proje bittiğinde nasıl ruh evlerimiz olacak... Ben kendiminkini merak ediyorum. Şu anda benimki de tuğlalarına kadar sökük. Onlar içeride çalışmalarını yaparken ben de dışarıya çıkartılmış eski eşyalarımı inceliyor ve hangisi bana kimden gelmiş, nasıl etkileri olmuş onları inceliyorum vedalaşmadan onlarla... Yıllarca kullandım onları, her ne kadar onları kendim zannetsem de... Vedalaşmadan son bir teşekkürü hak ediyorlar... Ama onlara yeniden sahip olmaya veya onların başında da geçirmeye niyetim yok proje devam ederken tüm zamanımı. Görüyor ve teşekkür ediyorum. Zaten yıllarım onlarla geçti, Mimar Usta diyor ki "Hadi vedalaş da biraz git denize gir. Senin evin deniz kenarındaymış da fark etmemişsin bile... Biz işimizi bitirdiğimizde, peyzajcılar girecek bahçene, sonra da belediye... Hep birlikte sadece evini değil, yaşadığın çevreyi de elden geçireceğiz. Bugüne kadar çağırmamıştın bizi hiç ama zamanı geldi. Hadi bakalım biz işimize, sen de denize..."
Bölüm 2: Aşkın Odası
...İçmimar'la ruhumun evini dolaşmaya çıktık. Bana teker teker odalarımı gezdiriyordu. Yeni enerji bu, öyle birazını yapalım da bırakalım usulü çalışmıyor mimarlar. Ne var ne yoksa hepsini değiştiriyorlar. Hayatımın ve ruhumun her odasına teker teker girildiğini hissediyorum. Önce eşyalar boşaltılıyor ve sonra odayı tuğlalarına kadar söküyorlar...

Mimarla gezintiye çıkmıştık evimin içinde ve kapalı kapalı bir odaya geldik. Henüz el atılmamıştı buraya. Şaşırdım. Evin diğer birçok odası tuğla haline gelmişken burası neden halen dokunulmamıştı. "Her şey adım adım ve zamanla ve de sırasıyla. Biliyorsun önce odaya seni sokuyor ve gösteriyoruz içerisini. Onu nasıl döşediğini, nasıl tozlandığını etrafın ve senin orada nasıl hissettiğini. Ondan sonra sıra bize geliyor. Ve karşındaki odaya girmeye pek cesaret edememiştin daha önce ama hadi bakalım sıra geldi buraya, burası senin ilişkiler odan, daha doğrusu aşklarının odası..." Bir an içim cızz etti bunu söylediğinde... Ne acayip bir tezat değil mi, aşk odası ve bana çağrıştırdığı neşe, mutluluk, güzellikler değil; acı oluyor...

Mimar kapıyı açtı ve içeri girdik. Perdesizdi bu oda. Koca koca pencereleri vardı fakat hani içerisi uzun süre bakılmamış bir yazlıkçı evi gibiydi. Hani böyle koltuklar tozlanmasın diye çarşaflar atılır ya üzerine ve o çarşaflar toz içindedir. Etraf düzensizdir ve sert bir güneş ışığı vurur perdesiz pencereden içeriye doğru. Etrafta bir sürü üzerleri tozlu albüm de cabası...

Mimar gülümsedi: "En azından perdeler açık. Girdiğimiz birçok evde perdeler koyu ve sıkı sıkıya kapalıdır; içeride ne var göremezsin bile..." Sonra albümlerden birisini eline aldı ve oda içindeki merdivene oturdu. Odanın içinde biraz daha yukarıda kalan bölüm vardı ve üç basamaklı bir merdivenle yüksek kota çıkılıyordu. "Bitirdiğimizde bu yükselti çok güzel ve hatta seksi koltuklara sırt olacak. Ayrıca odan çok dar. Burayı iyice genişleteceğiz. Diyeceksin ama nasıl? O kısmını bize bırak. Belediye planı değil bu evler, ruhun planı ve istediğimiz gibi büyütebiliriz. Ayrıca bir duvar tamamen pencereden oluşacak, deniz manzarasını doya doya izlemeni istiyorum, içeriye davet ettiğinle birlikte. Kendini rahat hissetmen için de kenara dekoratif modern perdeler koyacağım. Aslında hiç kapatmak istemeyeceğini biliyorum bu manzarayı ama en azından güvende hissettirir seni..." Sonra albümü karıştırmaya başladı. "Hmm, güzel kızmış bu. Kaç yaşındaydın onunla bu albümü doldururken..." 23 diye yanıtladım. "Güzel fotoğraflar ve güzel anılar. Peki sana neyi hissettiriyor bu albüm?" diye sordu: Bittikten sonra yıllar süren acıyı... Gülümsedi yine. "Bir oda dolusu irili ufaklı albümün var ve muhtemelen hemen hepsi sana acıyı çağrıştırıyor tahmin edeyim dur..." Sustum. Absürt bir durumdu aslında. Onca güzel anı ve paylaşım yaşanmıştı bu odada, ama şimdi baktığımda sadece acı hissediyordum. Ve neden bu kadar acıyor bilemiyordum...

Mimar yine gülümsedi ve göz kırptı. "Merak etme kimse bilmiyor. Ama hadi sana bir ipucu vereyim. Annenle ve babanla olan ilişkilerine bak. Aslında tüm ikili ilişkilerin temelinde onlarla olan ilişkiler ve bunlara verdiğiniz tepkiler yatıyor... Biraz derinden incele." Nasıl yani oldum. Sadece bu mu, bu kadarcık mı? "Elbetteki hayatına giren kişilerin sana kattıkları birçok şey, ya da karmik temizlemeler veya türlü türlü hediyeleri var da, senin ilişki esnasında verdiğin tepkiler ve duygularım dediğin hemen her şeyin altında, özellikle de annenle olan iletişimin yatıyor. İstersen gözle bak."

Peki bu albümleri ne yapacaksınız diye sordum. Koltukları, masaları evden çıkartıp yok ettiğiniz gibi bunları da mı yok edeceksiniz diye sordum. Yine gülümsedi. "Hayır, bunların tozlarını alacağız, iyice elden geçireceğiz fotoğrafları ve yepyeni albümlere aktaracağız. Onlar senin anıların, seni sen yapmış ve sana çok şeyler katmış parçaların. Koltukları atıyoruz, çünkü onlar sana sevdiğin kişilerden yadigar kalmış eşyalar, senin inanışların haline dönüşmüşler. Onların artık yenilenmesi şart. Fakat seni sen yapmış parçalarını yok edemezsin." Ama ya acıtıyorsa deli gibi onları görmek dedim. "Neden acıtıyor onların derinine in ki, en temelinde yatanı gör ve oradaki duyguyla bir kucaklaş. Duygu gidince geriye seni gülümsetecek kareler kalacak gör bak..." Ama hani bazıları geçmişi silip atmak derler ve her şeyi yakarlar ya... "Bu kaçıştır. Geçmişe sünger çekemezsin. Üzerini örtemezsin. Kaçamazsın. Bunu yaptığını sanırsın ama bu sefer daha da kaçamayacağın şekilde karşına çıkar o. Onunla kucaklaşırsın ancak. Sana söylemesi gerekeni fısıldar kulağına... İşte o zaman zaten canını yakan enerji vedalaşır seninle. Tıpkı iltihap yapmış bir yaraya pansuman yapmak gibidir bu. Mesajı almak da içerideki dikeni çıkartmak. O diken çıkmadan o yara iyileşmez, istediğin kadar dışarıdan bezle kapat veya sünger çekmeye çalış üstüne. Sürekli acır..."

Derken kapalı bir kutuyu aldı eline. Açma onu sakın açma diye bağırdım. "Hmmm geçmiş yaşam travması, hem de ağır bir şey. İçeride olanı biliyorsun değil mi?" dedi. Halen çok acıtıyor içimi diye yanıtladım. "Bunu açacağım ve ne varsa birlikte inceleyeceğiz içerdeki çok canın yansa da, bu muazzam bir hikaye ve bir gün bunun romanını yazacaksın. Fakat odaya girildiği anda her şeyi didik didik ederiz ki içeride en ufak olumsuz enerji kırıntısı kalmasın. Çünkü bu odada her ne varsa içerinin enerjisini etkiler. Belki biraz zaman alacak ama senin bu odanın önce her yerini elden geçireceğiz ve sonra da yepyeni bir hale sokacağız. Biliyor musun sonra ne gelecek?" Ben halen o kutunun içindekinin etkisiyle hafifçe omzumu silktim ve ne dedim... Mimarın gözleri kalp kalp oldu sanki birden ve "Aşk" dedi. "İnanmıyorsunuz veya çok yüceltiyorsunuz veya aslında kelimeler arasında kaybolup ondan kaçıyorsunuz, ama aşk diye bir şey vardır. Hem de öyle ilahi milahi, yüceler yücesi falan aşktan bahsetmiyorum ben. Kanlı canlı bir insanla yaşayabileceğin ve yaşadığın dünyaya bambaşka baktıracak müthiş bir şeydir o. Gözlerini parlatır, bakışlarını melüllaştırır, seni şaşkınlaştırır, elini kolunu nereye koyacağını bilemez hale getirir ve harika bir şeydir bu. İşte biz bu odayı hazırlamayı bu yüzden çok seviyoruz mimarlar olarak. İçeride yaşanacak muhteşem paylaşımları bildiğimiz için..." Bir an bir umut belirdi yüzümde, biraz da şaşkınlık... Sonra sordum hevesle haliyle, ne kadar sürer burasının tamamlanması. Hatta ilk buraya el atsanız... Kahkaha attı: "Her şey zamanla ve adım adım. Ayrıca bunu yaşamak için illa ki oda şart değil. Çık dışarı bahçeye veye git deniz kenarına... Kimbilir belki orada bulacaksın. ŞİMDİlik orada yaşa biz içerisini hazırlarken, sonrasında ise istediğin her zaman ruhunda onu taşıyacak ve sonsuza kadar onunla yaşayacaksın..."

Mimar bir kere daha göz kırptı ve "Hadi gel bakalım. Daha sana gösterecek nice odam ve anlatacak hikayem var. Ama biraz dışarı çık şimdi. Dışarıda güneş bir harika. Biz nasılsa buradayız ve çalışıyoruz. Sen keyfini çıkart güzel havanın..." diyerek sırtımı sıvazladı. Son kez uzun zamandır kapalı kalmış odama baktım ve kapıyı kapatıp çıktım bir daha ki gelişimde içerisinin harika olacağını bilerek...
Bölüm 3: Eskiyle Helalleşmek
…Kafam çok karışıktı. Yanıtlara ihtiyacım vardı, fakat bir türlü bulamıyordum; daha doğrusu anlayamıyordum. Yeniyi seçmiştik, evet! Kendimizi evrenin kucağına doğru bırakmıştık da ipsiz yapılan bungee jumping misali, buna da evet! Fakat neden eski bizi bir türlü bırakmıyordu? Daha doğrusu neden verdiğimiz kararın doğru olup olmadığını sorgulayan deneyimler yaşıyorduk? İşinde artık hiç çalışmak istemeyen bir arkadaşım yakınıyordu geçen, “ben belirtmeme rağmen istifamı, bir türlü gidemiyorum. Patronum beni bırakmıyor ve ayrılışımı sürekli uzatıyor. Ne yapacağımı bilmiyorum, acaba kalsa mıydım?”, bir diğeri ise yıllarca büyüttüğü bir kurumu devretmeye hazırlanırken son anda aksilik çıkmış ve bir anda tatili ve değişimi hayal ederken, her şey yine üzerine kalmıştı. Sorguluyordu kendisini “acaba birden keskin geçiş yapmak mı doğru yoksa hani burası da kalsın, diğer hayallerimi de gerçekleştireyim mi bir yandan o mu doğru?” şeklinde arada kalıyordu. Aslında yeniye atlayan hemen herkes benzer ikilemler içinde kalmıştı. Bir yanda son derece mantıklı görünen seçenekler, ama diğer yanda uğruna kendini boşluğa bıraktığı yeni bir yaşam… Neden bu süreci yaşıyorduk, bu süreç bize neyi anlatmaya çalışıyordu…

“Helalleştin mi eskiyle?” diye sordu içmimar gülümseyerek. Şaşırdım. “Şaşırma, sadece mesajları almak yeterli değil, eskiyle de helalleşmen gerek, işte ancak o zaman tam anlamıyla yeninin içine dalabileceksin…” Soru soran gözlerle bakıyordum ve o devam etti… “Şimdi sizlerin eski diyerek vedalaşmaya çalıştıklarınız, bir zamanların yeni ve hatta ulaşılmaz görünen hayalleriydi. Ve sizler o hayalleri gerçeğe dönüştürdünüz ve yaşamaya başladınız. Bir zamanlar siz onları hayal ettiğiniz için onların sizin hayatınızda var olduğu gerçeği zamanla da silinmeye başladı belleğinizden. Süreçlerinizi tamamlamaya başlamıştınız çünkü. Artık sadece ağırlığı vardı üzerinizde. Şöyle düşün, yanında zıp zıp zıplayan küçük kızını omzuna alırsın ve yürümeye başlarsın. Babasının omuzlarında olduğu için çok mutludur o kız ve sen de çok mutlusundur. Fakat ilerlemeye devam ettikçe ağır gelmeye başlar kızın, malum yerçekimi diye bir kavram var. Onu omzundan indirmen gerektiğini nasıl söylersin ona? Sertçe ‘ağır geldin artık’ diyerek mi indirirsin. Yoksa ‘Hadi bakalım şimdi de elele yürüme vakti, babanın omuzları da ağrıdı biraz hem, şimdi hoooop diye ineceksin aşağıya’ deyip gönlünü kazanarak mı? İkisi de seçimdir, fakat ilk seçimin o ana kadar ki tüm güzellikleri silebilir. Kızını da üzersin. Fakat diğer seçiminde bir kalp vardır ve işte bu kalp, kızının hep içinde olacaktır. Daha nice oyunlar oynamak isteyecektir seninle o; ama diğer türlüsünde kalp kırıklığı olacağı için zamanla senden uzaklaşır. İşte hayallerinizin de pek bundan farkı yoktur. Sırtınıza çıkmış küçük kız çocukları gibidir onlar. Artık ağır geldiklerinde, tatlı bir öpücükle onları indirirsen; yeni hayaller de seve seve gelip sırtına çıkacaktır ve oynayacaktır seninle. Ama hayallerinin kalbini kırarsan, yenileri bu konuda isteksiz olur… Mesela sen, bir zamanlar bu gezegene gelmek istiyordun ve deneyimlerin için özel bir anneye ihtiyacın vardı. Ruhken bunu hayal ettin ve tam de istediğin oldu. Sana arzu ettiğin gelişimi sağlayacak bir anne buldun ve o da tam istediklerini yaptı. Yapmalıydı çünkü bu satırları yazabilmen için o süreçten geçmen gerekiyordu. Şimdi bilinçaltındaki o anneden kurtulmaya çalışıyorsun. Ama bir yandan da öfkelisin, kızgınsın, sertsin. Yumuşak davranıyor görünmeye çalışıyorsun, ama onunla helalleşmiyorsun. Sana kattıkları için teşekkür etmiyorsun, sadece sözsel olarak bazı cümleleri tekrarlıyorsun ama yüreğin halen kızgın. Yeniyi getirmek istiyorsan hayatına, eskiyle vedalaşmayacaksın. Helalleşeceksin.”

Peki ya eski bizimle helalleşmeyi reddediyorsa diye bir soru geldi aklıma. Yine gülümsedi: “Sen yüreğinde o teşekkürü hissediyorsan, emin ol o da seninle helalleşir. Fakat problem şu ki, sizler vedalaşmayı ve helalleşmeyi bilmiyorsunuz. Başlamasını biliyorsunuz gayet iyi de vedalaşma ile ilgili sıkıntılarınız var. Mesela birisine aşık oluyorsunuz, onunla yıllarınızı geçiriyorsunuz birlikte ve tabii ilişki de size sayısız deneyim getiriyor. Derken bittiğinde söylediğiniz şeyler ‘Değerimi bilemedi’den başlayıp ‘Siktirsin gitsin orospu’ya uzanan sözler olmuyor mu? Canınız acıyor ve siz çözümü acınızla yüzleşmek yerine savunmalarda buluyorsunuz. Gel bak sana ne göstereceğim…” Beni evimde bir odaya götürdü. Kapısı yarı aralıktı ama hani rahatça açılmıyordu da bir türlü. “Burası senin kırgınlık depon. Yüzleşemediğin acılardan ötürü kırıp attığın ne varsa içine doldurmuşsun bunun kiler misali, açılması bile çok zor. Hani sen yarı aralamışsın, bazılarında bu kapı hiç açılmaz; kırmak zorunda kalırız içeri girmek için… Gel bak içeriye…” Yarı aralık kapıdan içeri girdim ama hareket edecek bir yer yoktu. İçeride çok ağır bir koku vardı. “Burada her ne varsa toptan çöpe atmamızı isterdin biliyorum. Fakat bunlar da senin hayallerin, deneyimlerin ve enerjin. Parmak ağır iltihaplıysa onu kesmek midir çözüm halen bir ihtimal de kurtarılma ihtimali varsa. Kes gitsin dersin ama o parmak olmadan sürdürürsün hayatını ve o iltihabı yaratan durum halen seninledir; zaman içinde başka iltihaplar da yaşarsın büyük ihtimalle. İşte biz bu odayı da temizleyeceğiz, fakat senin yardımına ihtiyacımız var. Helalleşmeyi dilemen bizim için çok önemlidir, çünkü senin enerjini kullanabileceğimiz anlamına gelir. Aletlerimizin çalışabilmesi için enerji lazım malum. Elinde dünyanın en iyi matkabı olsa da ucuna takılacak bir priz bulmamız gerekir. Ve eğer sen bu enerjiyi bize sağlayamazsan, şalteri açamazsan; biz de çalışmalarımızı sürdüremeyiz… Bu yüzden şalteri açmanı bekliyoruz…”

Şalteri açtığımda ne kadar sürede halledersiniz diye bir soru geldi aklıma ve mimar kahkahayı bastı: “Bayılıyorum sizin bu her şeyi akışına bırakmışım rolünü oynamanıza. Bıraktım diyorsunuz ama sürekli hadi hadi bitmedi mi diye başımızda bitiyorsunuz. Bizim de çalışmamıza engel oluyorsunuz. Yazlığınıza mutfak yaptırmıyorsunuz ki yeni bir hayat inşa ediliyor size. Sizin enerjinizle, sizin hayallerinizle ve sizin emeğinizle aslında… Bunu tamamen siz istediğiniz için. Evet bir an önce geçip yeni evime oturayım istiyorsunuz da bunun için önce eskiyle kucaklaşacaksınız. Mesela gel sana bir şey daha göstereceğim…” Bir odama daha girdik. İçeride işçiler vardı ama odada müdahale edilmişliğe dair bir işaret yoktu, boş odada sadece koyu kırmızı renk eski bir koltuk mevcuttu. Mimar eline balyoz aldı ve tüm gücüyle vurdu duvara. Ben şaşkınlıkla bakarken, “Bak işte duvarda tek bir çizik bile yok. Çünkü bu odadaki eskiyle henüz kucaklaşmadın ve biz ne yaparsak yapalım bu odada hiçbir yeri yıkamıyoruz, yeniyi inşa etmek için…” Sonra “gel benimle dışarı” dedi. Çıktık ve işçiler içerideki koltuğu dışarı çıkardılar. Gözden uzaklaştıktan sonra mimar bana “Hazır mısın?”  diye sordu ve kapıyı kapatıp, açtı. Koltuk aynen yerinde duruyordu. “Gördüğün üzere gitmiyor, yok olmuyor, buharlaşmıyor… Her şey yerli yerinde duruyor. Aletlerimiz bir işe de yaramıyor. Çünkü halen çok sertsin ve bu odadaki eskinle helalleşemiyorsun. Bu yüzden de ne bu koltuk gidiyor, ne de oda değişiyor.” dedi. Merak ettim burası benim ne odam diye. “Odanın ne odası olduğu çok önemli değil. Sonuçta bu durumu tüm evinde yaşıyoruz. Fakat madem merak ediyorsun söyleyeyim. Burası senin Varoluşunu hissediş odan. Evet ve bomboş, sadece tek bir koltuktan oluşuyor. O da çok kullanılmışlıktan değil, yılların yorgunluğu ile eski püskü hale gelmiş. Bu odayla ilgili harika planlarımız var. İçinden çıkmak istemeyeceğin bir yaşam alanı yapacağız sana, senin de hayallerin doğrultusunda. Ama önce bir bu odaya bu kadar az girmene neden olan duygularınla bir helalleş, sonrasında da biz sana burasını hazır edelim. Ne kadar zamanda mı? Ne kadar zaman gerekiyorsa, o kadar zamanda… Acele etmene, kasılmana, paniklemene, süreci kontrol etmeye çalışmana, hemen diye dırdırlanmana gerek yok. Biz işimizi iyi ve tam da olması gerektiği zamanda yaparız. Sen rahatına bak…”

Bana bir göz kırptı mimar ve “Hadi biz çalışmaya sen de bize yardımcı olmaya. Tekrar görüşeceğiz.” dedikten sonra dudaklarında neşeli bir şarkı eşliğinde koridorun ucunda gözden kayboldu… Bense daldım düşüncelere… Neleri göremiyor ve helalleşemiyordum acaba…
Bölüm 4: Evrendeki En Büyük Gücün Sırrı
…Evimde inşaat son hızla devam ediyordu. Bazı odalar tuğlalarına kadar sökülmüştü, bazıları ise henüz açılmamıştı bile. İçmimarı gördüm biraz ileride, işçilere talimatlar veriyordu. Beni farkedince bekle geliyorum işareti yaptı. Sonra da elinde iki kupa kahve belirdi birden. Nereden çıktıklarını anlamamıştım. Yanıma geldi ve gülümseyerek göz kırptı, “kahve kupası numarası, her zaman favorilerimdendir. Hem içebiliyorsun da…” Kupayı elime aldım, kahve gerçekten enfes kokuyordu ve tadı da enfesti. “Eh, farklı bir boyuttayız o kadarcık da ufak sihir oyunlarımız olsun değil mi? Hem hadi gel seninle biraz yürüyelim. Ne zamandır aklını kurcalayan bir konu olduğunu biliyorum, biraz oraları irdeleyelim ha, ne dersin?” İrkilerek yüzüne baktım. Kahkahayı patlattı, “Bayılıyorum şu yüzündeki ürkek ifadeye, dünyaları değiştirebilirsin ama yüzündeki o yavru kuş ifadesi bir türlü gitmiyor, değil mi?” Dalga geçmesene yahu, hani sen benim içmimar görünümlü yüksekbenliğimsin, böyle eğlenir mi yüksekbenlikler aşağılarda kalmış gariban benlikleriyle. Napalım işte, ben de böyleyim, bak ağlarım ha! diye yanıtladım. Bir daha kahkaha patlattı, sonra yüzüne anlayışlı bir gülümseme geldi. “Hmm, gariban benlik ha. Sevdim bu ifadeyi. Peki o zaman sana bir şey sormama izin ver. Neden kendini böyle tanımlıyorsun?” Başım hafiften öne eğildi, yürümek istemiyordum artık, hatta ağlamaya hazırdım, derken damlalar gelmeye başladı gözlerimden… Öyle işte ne bileyim, öyle yüksek müksek olamam ben, garibanım, hatta… Kelimeler boğazımda düğümleniyordu… Konuşamaz oldum, ağlamaya başladım. “Seviyorsun bunu değil mi, kurban rolünü…” Yaa bırak yaa, diye bağırdım. Ötelerden cak cak konuşması kolay tabii, gelin de yaşayın bizim yerimize dünyada. Oh paşalar gibi yüksekbenlik yüksekbenlik geziyorsunuz oralarda. Bizim burada ağzımıza sıçılıyor, bir de geçmiş tepemize seviyorsunuz kurban rolünü diye konuşuyorsunuz ötelerden berilerden. Gel de sen oyna o zaman, ben yüksekbenlik mi içmimar mı neysen işte o olayım. Herkesin diyecek bir şeyi var, aman o öyle yapılır mı, bu böyle edilir mi, öyle düşünülür mü, böyle davranılır mı, yok öyle, yok böyle. Yiyorsa gelsenize buralara… Artık hepten patlamıştı gözyaşlarım, durmak bilmiyordu. Kahve kupasını fırlatmış ve çimlere kapanmış ağlıyordum. Eğilip dokunsa, kaldırmaya çalışsa sinirlenecektim, tepki gösterecektim; ama tık yoktu. Hafifçe kafayı çevirdim ve baktım. Hiç istifini bozmadan kahvesini içiyordu. “Bitti mi drama saati… Yok bitmediyse bir de sigara yakacağım.” Yahu sen ne anlamaz, ne katı, ne acayip bir yüksekbenliksin; bir de üstüne sigara tellendiriyor, şaka gibi. Gelip adama bir sarılayım yok da ohh yani keyif harika. “Yeterince izledim ben bu sahneyi, artık hani filmin başka bölümüne geçsek diyorum. Ben de tam seninle bu konuyu konuşmak istiyordum aslında. Ne dersin başlayalım mı?” Gözümdeki yaşları sildim huysuz çocuklar gibi, ama küsmüştüm ben işte. Niye ilgilenmedi ki benle. Fakat hiç kımıldamıyordu bile yerinden, gözlerindeki şefkatli ışık olmasa onun yüksekbenlik olduğuna inanmayacaktım bile. Derken elinde bir kupa kahve daha belirdi. “Hadi bakalım, biraz dilbilgisi çalışacağız, hazır ol.” Ayağa kalktım ve kahveyi aldım. Dilbilgisi mi? Okuldayken en nefret ettiğim dersti, sonradan dergi editörü olunca mecburen oturdum üzerine çalıştım da hani ne alaka diye söylendim bir anda. Kahvesinden bir yudum aldı. “Kopi Luwak. Dünyanın en pahalı kahvesi bu. Gerçi Balililer bilmiyorlar bunu pişirmesini, geçen sene gittiğimizde görmüştük. Bir daha gittiğimizde Türk Kahvesi usulünü öğret onlara. Dünyanın en özel kahvesini vermiş evren adamlara, pişirmesini bilmiyorlar. Bu arada az sonra hayatın sırrını ve evrendeki en büyük gücü öğreneceksin ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” dedi ve kupasından bir yudum aldı. Ağzımın bir an açık olduğunu fark ettim ve elimle kapattım…

*****
"Ayşe beni seviyor, o zaman çok mutluyum cümlesindeki özne kimdir bakalım?” diye sordu içmimar görünümlü yüksekbenliğim bana. Bir an durdum ve Ayşe dedim. “Peki cümlenin nesnesi yani öznenin yaptığı eylemden etkilenen kim?” Ben diye yanıtladım. “Burada bir gariplik yok mu sence?” diye sordu. Anlamamış halde baktım gözlerine. “Bu senin hayatının bir cümlesi değil mi? Sen 36 senelik hayatını bu ve benzer cümlelerle kurmadın mı?” diye sözlerine devam etti. Evet de nesi anormal anlamadım diye sordum. “Kendi hayatının öznesi değil, nesnesi olmanın nesi normal, gariban benliğim” diye göz attı. Nasıl yani diye hemen savunma moduna geçtim. Benim hayatımın öznesi benim, tüm eylemleri ben yapıyorum ya işte, sen ne saçmalıyorsun diye bir de üstüne lafı çakıverdim. “Az önce kendin söylemedin mi özneyi, nesneyi…” Ama cümleyi sen kurdun. O cümlenin öznesi ve nesnesiydi bu, benim hayatımın öyle olduğunu kim söyleyebilir ki diye itiraz ettim. Sakin sakin baktı yüzüme ve “Sence?” deyip kahvesinden bir yudum daha aldı. “Bir de üzerine şartlanma var. Ayşe seni sevmezse, sıçtın kısaca…” bir yudum daha aldı, “Param varsa güçlü olurum. Başarılı olursam, beni severler. Uslu durursam, kabul ederler. Sen babanın oğluysan böyle davranmalısın. Piyango çıkarsa herşeyim olur… Daha sayısız cümle kurabilirim. Kimisinde nesne olursun, kimisinde sözde veya gizli özne… Hele de dikkat edersen, cümlelerin çoğu dilek şart kipinde. Çoğunda bir eğer yapısı var. İşte sana senin hayatın…” Eeee, yani hayatın sırrı nerede burada şeklinde halen anlamamış biçimde sordum. Bana evrenin en büyük gücünü göstereceğini söyledin, nereye varacaksın merak ediyorum dedim. “Ne zaman hayatının gerçek öznesi olursun; ne zaman hayatını başkalarından aldığın cümlelerle kurmaz da, kendi cümlelerini yazmaya başlarsın; işte o zaman evrenin tüm gücü seninle olur.” Son derece sakin sakin bakıyordum yüzüne, ‘her şey içinizde’ye mi bağlayacaksın yoksa gidişi, yapma be şeklinde hayıflandım. “Ukalalık da diz boyu maşallah, garibanız diyorsun ama laflar beş beş. Her şey içinizde dalgasını geçiyorsun da sen neredesin şu anda bakalım?” diyerek bir kere daha göz kırptı, sonra devam etti. “Hayatının öznesi BEN de yatar. Cümlelerini bir defa dilek şart kipinden çıkart. Mesela ‘Ben mutluyum ve Ben Ayşe’ye aşığım’ şeklinde kur. Burada artık hayatının öznesi sensin. Mutlu olmak için kimseye ihtiyacın yok ve aşk ve mutluluk senden kaynaklanıyor. Çünkü artık sen dışarıdan gelecek güneş ışınlarına muhtaç değilsin, sen kendi hayatının güneşinin ta kendisisin. Mutluluk da, aşk da, zenginlik de, huzur da, yaratıcılık da, dinginlik de, sıcaklık da… her ne varsa SEN’den kaynaklanır. İşte bunun için de BEN olmalısın. Bu da öyle çok da zor bir şey değildir. Hayatını kurduğun cümleleri değiştirmen yeterlidir. BEN mutluyum. BEN aşığım. BEN huzurluyum. BEN dinginim. BEN zenginim. BEN varlığım. BEN birim. BEN bütünüm. BEN gücüm… Bunları yaz artık programına ve bil ki BEN’in yanına eklediğin her ne olursa olsun, onlara da muhtaç değilsin. Çünkü kaldır o kelimeleri geriye sadece BEN kalır. Tek ve bölünmez bir hece. İşte evrendeki en büyük güç ve en büyük sır budur. Ne zaman hayatının öznesi, hayatındaki BEN olursun; işte o zaman tüm hayatını baştan aşağı değiştirirsin…” Şamşırık bir halde bakıyordum. Ağzım yine açık kalmıştı. Kahve kupası hareketsizdi elimde. Bu halimi görünce bir kahkaha daha patlattı. “Basitmiş değil mi, ama zaten aslında her şey çok basittir… Hadi ağzını kapa da gel eve doğru gidelim birlikte. Evin duvarlarına hangi cümleleri asmayı istediğine karar verelim birlikte…” BEN kendimi evrenin akışına teslim ediyorum bütünün en yüksek hayrına, diye mırıldandım bir anda. Gözlerinde bir pırıltı belirdi, “Güzel bir başlangıç. Zaten seni bir ömür boyu da götürür aslında bu söylediklerin… Bakalım başka cümleler de yazacaksın. Hatta satırların başkalarını da etkileyecek ve onlara da kendi yaşam hikayelerini yazmaları konusunda ilham olacaksın. Seviyorum bu huyunu gariban benliğim, çok çabuk öğreniyorsun…” deyip hızlı hızlı yürümeye başladı. Ben ise adımlarımı şaşkın şaşkın atmaya devam ediyordum, inşaat halindeki evime doğru…


Yazar: H.Sonsuz Çeliktaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder