Günümüzde bazı anne babaların çocuklarıyla olan
ilişkilerini anlamakta çok zorlanıyorum.
Küçük yaşta iş hayatına atılmak zorunda kalmış her şeyi
dişiyle tırnağıyla kazıyarak elde etmiş biri olarak son yıllarda gitgide gözüme
batan anne-baba ve çocuklar arasında ‘özellikle maddiyata dayalı’ ilişkilere
dair gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.
Son yıllarda boşanma veya ayrı oturma durumu çiftlerde
çok yaygın olduğundan bölünmüş ailedeki otorite boşluğundan kaynaklı sanırım
çocukların kendi lehlerine böyle bir çıkarım yapmaları sözkonusu. Ya da en ucuz
ödeme şekli parayla olandır diye düşünürüm hep... Acaba ebeveynler para vererek
“Ver kurtul!..” mantığından hareketle bu kolay yolu mu seçmiş oluyorlar…
Gençleri de anlamaya çalışmak lâzım. Ne kadar iyi
okullarda okurlarsa okusunlar -ki fırsat eşitliği asla yok ülkemizde- gelecek
adına durumları hiç parlak değil. İş bulmak ve de doğru düzgün sosyal hakları
içeren koşullarda, dolgun bir maaşla artık neredeyse mucize. Belki de “Bizi bu
koşullardaki bir dünyaya neden getirdiniz?!” den yola çıkarak bir biçimde hınç
alıyorlar ailelerinden.
Evde oturan işsiz anne/baba modeli de gitgide artmakta.
Bu koşullarda anne-babaların çocuklarının gözündeki saygınlığı gitgide
azalmakta. Reklamlarda dizilerde oynayarak ev geçindiren bir dolu çocuk
yıldızlar var.
Artık gençler özgür ve aşırı dışa dönük yaşamakta. Bizler
ve daha önceki nesiller değil arkadaşlarımıza gece yatısına, akrabalara dahi
gidemezken, yeni nesil nerde akşam orda sabah aklına eseni yapar vaziyette.
Bilhassa yurtdışına götürdüğüm turlarda özellikle Euro-Disney
için çocuğunu alıp Paris’e, ya da yetişkinliğe henüz adım atan koket kızlarını,
delikanlı oğullarını alıp Roma, Paris, Madrid, Barselona, Lizbon gibi gayet
keyifli Avrupa kentlerine getiren aileleri görüyorum. Oldukça yüklü tur
ücretlerini ödemenin dışında, kesenin ağzını açıp bol bol yemeye gezmeye ve
alışverişe para saçmalarına rağmen anne-babasına teşekkür eden, saygıda kusur
etmemeye özen gösteren gençlere pek rastlamamaktayım.
Bu konudaki en uç örneği 2004 senesi Şubat ayındaki
Portekiz turunda yaşadım. Ankara’lı müteahhit aile oğullarına üç bin euro gibi
gayet pahalı bir İsviçre saati de almalarına rağmen havaalanında delikanlı -her
ne sebeple çıktıysa- bir münakaşa sonucu babasına saldırdı ve kafa atmaya
kalktı hepimizin dehşetle açılmış gözleri önünde!.. Diğer yakınları güçlükle
duruma hakim olup yatıştırabildiler.
Bunları gördükçe ve gözlemledikçe anne-babaların işi çok
zor diyor ve evlenmediğime doğurmadığıma nasıl şükredeceğimi bilemiyorum.
Geçen sene Paris turuna katılan iki genç anne; yeni yetme
kızları tarafından resmen dışlandılar. Küçük hanfendiler, sanki onları getiren
o kadıncağızlar onlara ayak bağıymış safraymış gibi bir muameleye tabi
tuttular!.. Üstelik getirmekle kalmayıp en ala şekilde yeme gezme ve alışveriş
ettirmek de cabasıydı!.. Bu arada kızlarımız herhalde, dil öğrenme bahanesiyle
kapağı Fransa’ya atıp orada doya doya fink atmak niyetine girdiler ki bana;
“Şiyma’nım siz Fransızcayı nerde öğrendiniz?..” dediler. “İstanbul’daki
konsolosluğun içindeki akşam kurslarına devam ederek” deyince aldıkları
cevaptan hiç hoşlanmadılar.
Ebeveyn parasını yurtdışında okuma bahanesiyle çarçur
edenleri, okuma işini adeta profesyonel öğrenciliğe dönüştürenleri çok gördüm.
Bir insan bir dili öğrenecekse illâki konuşulduğu ülkeye gitmek zorunda değil.
Buna en tipik örnek sanırım benim. En azından belirli bir düzeye kadar gramer
öğrenmedikçe ve kelime hazinesini genişletmedikçe kişinin tın tın bir vaziyette
gitmesi vakit ve nakit kaybından başka bir işe yaramaz bence!..
Deli gibi gece hayatı yapma tutkusu da var bazı
gençlerimizde. Tanımadıkları bir ülkede hırlıdan hırsızdan, uyuşturucu
müptelasından, mafyadan korkmadan nasıl bir cesaretle bu tip ortamlara
dalıyorlar anlamak mümkün değil.
Son olarak gittiğim Barselona-Madrid turunda hayli genç
misafir vardı. Gündüz ne yapıldığı, şehir ve çevre turları pek umurlarında
olmadı. Varsa yoksa gece hayatı, sabahlara kadar eğlence…
Tüketim toplumu olmaya hanidir özendirildiğimizden ve
insan denilen varlığın istekleri hiç bitmediğinden maddiyata dayalı dünyamızda
“Ver kurtul!..” mantığı hakim ama şu bir gerçek ki maneviyatı olmayan insanlar
boşluktalar.
Kaba bir tabir olacak belki ama bugünkü sağmal inek gibi
kendini sağdıran ebeveynleri şifresi çocuklarınca bilinen bankamatiklere
benzetiyorum.
Lütfen herkes yerini ve konumunu, kısacası haddini
bilsin. Eğer anne olsaydım nasıl olurdum böyle bir modelin içinde ister istemez
yer alır mıydım bilemiyorum. Sanırım gelenek göreneklere bağlı biri olarak çok
sancılı ve çekişmeli olurdu evlâdımla ilişkim. Çünkü müsrifliği, ziyankârlığı,
nankörlüğü ve şükürsüzlüğü hiç ama hiç sevmiyorum. Tüketim toplumu ve bilhassa
küçük Amerika olmamız için alabildiğine pompalanan fos fikirleri asla
benimsemiyorum.
İyi ki zamanında bize tabakta yemek bırakmanın doğru
olmadığını, bayram dışında yeni bir şey almamayı, büyük kardeşlerimizden
küçülenleri hatta akraba çocuklarıyla bir imece içinde giysi değiş tokuşu
yapmayı benimsetmişler.
Bir ingiliz kızıyla evlenen ve bu evlilikten iki çocuğu
olan arkadaşımın annesi doğum için şık ipek sabahlık-gecelikler, bebe takımları
vs. ile doğuma gittiğinde gelini teşekkür etmek bir yana kendisine “Bunları
neden aldınız?.. Bizim ülkemizde herkes birbirine verir bu geçici dönem için
gerekli olan şeyleri” deyip kayınvalidesinin çok bozulmasına neden olmuştu.
Halbuki eskiler; “Çocuğun yediği helâl, giydiği haram”
deyişini sıklıkla kullanırlardı.
Ülkemizde uzun zamandır şehit vermedik acı olaylar
yaşanmadık gün geçmiyor ve bunca yaşanan acı ve zaman zaman katliama dönen kayıplara
rağmen bir kesim hala vur patlasın çal oynasın, gece hayatı aşk meşk, yemek
içmek gezmekten başka bir şey hayatta yokmuşcasına sığ bir yaşam sürdürmeye
devam ediyor. Anlamak mümkün değil!.. Bunu yapanların kendi çalışıp
kazandıkları paralarla değil, genellikle ana-baba finansörlüğünde bu yaşamları
sürdürdükleri ortak bir özellik olarak göze çarpıyor.
Seneler evvel bindiğim bir dolmuşta orta yaş üzeri bir
beyin genç birinin yaptığı saygısızlığa sinirlenerek ettiği söz; “Şimdiki
gençler okumadan diploma, çalışmadan para, evlenmeden karı istiyor!..” du.
Esas vahim olan bu şekilde yetiştirilen çocukların
gelecekte nasıl birer yetişkin olacakları!.. Daha şimdiden şükürsüz, tatminsiz
ve fena halde huysuzlar…
Hiçbir anne-baba ömür boyu evladına eşlik etmek koruma
kollama lüksüne sahip değil. Herkes bir yerden sonra öte aleme gitmek, kalanlar
da yoluna yalnız devam etmek ayakları üstünde durabilmek zorunda.
Çocuğunun her istediğini yapan ebeveynler bence onlara
‘iyilik’ adı altında hayatta yapabilecekleri en büyük kötülüğü yapıyorlar.
Vardan yoktan anlayamayan, eski yeni mevhumundan bîhaber bir nesil geliyor ki
buda beni ürkütüyor.
Ne istemenin ne de sahip olmanın sonu yok. Bence en
güzeli; ‘Hayatta ne kadar çok şeye sahip olduğumuz değil, ne kadar az şeyle
yetindiğimiz önemli’ diyebilmek ve demekle kalmayıp özümseyerek bunu hayatımıza
geçirebilmek.
YAZAN: ŞİMA AKSEKİLİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder