EĞITIM-SEANS-WORKSHOP-FARKINDALIK SOHBETLER-SEMINERLER

Tüm çalışmalar Antalya Liman ve Lara bölgesinde ayriyeten Manavgat’ta yapılmaktadır. Keyifli döşenmiş ve sıcak ortamda deneyimli eğitmen ve terapistlerle beraber sizi aşağıdaki hizmetleri vermekteyiz: * REİKİ * Ezoterik Şifa* Innerspeak*yaşam Koçluğu*Tekrar Bağlantı* Theta Healing* Nefes koçluk ve özel seanslar* Mor Alev-Silver Violet Flame * 3.göz psişik güçlendirme *7 çakra kaynağı *Altın üçgen *Angel Light*Başmelek Mikail Enerjisi*Başmelek Cebrail enerjisi*Bolluk Bereket Reikisi *Büyük merkezi güneş uyumlaması *Derin şifa reikisi*DNA Şifası Reikisi *Dove güçlendirme *Eterik Kordon akımlarını güçlendirme *Full Spectrum Healing *Gümüş Mor Alev *Imara Reiki*Karmik ilişkileri aydınlatıcı reiki *Lighterian melek bağlantıları *Meleklerin Renkleri *Neptün gezegeni*Prana *Psişik korunma alevi *Rakama Reiki*Şans Reikisi *Takyon

26 Temmuz 2015 Pazar

ANLAMLI BİR YAŞAM YARATMAK…


“Hepimiz ölürüz. Amaç sonsuza kadar yaşamak değil, amaç yaşayacak bir şey yaratmak.” - Chuck Palahniuk
Bazı soruların cevabı önceden bellidir. Bu soruları “öğrenmek” için sorarız. Örneğin, İstanbul’dan Ankara’ya en hızlı nasıl gidilir? gibi. Bazı soruların ise önceden belli olan bir cevabı yoktur. Bu soruları, öğrenmek için değil, kendi özümüze uygun bir cevap “yaratmak” için sorarız.  Örneğin, “Yaşam Amacım Ne?” sorusu işte tam da böyledir.

Bu soruyu kime sorarsak soralım, onlar ancak kendi yarattıkları cevabı bize verebilir. Onların cevabını kabul edip, yönümüzü buna göre belirleyebiliriz elbette ki… Ancak bu soruyu sorduran içsel dürtüyü tam olarak tatmin etmek istiyorsak, kendi cevabımızı yaratmaktan başka seçeneğimiz yoktur. Peki ama nasıl?
Yaratım kabiliyeti insanoğluna verilmiş en değerli hediye. Hepimizde varolan sonsuz bir potansiyel. Ancak her potansiyelde olduğu gibi, bunu açığa çıkarmak için gereken şey bol bol uygulama yapmak. Çocukken bunu yapmak çok kolaydı. Çünkü uygulama yöntemimiz, doğduğumuz andan itibaren durmaksızın yaptığımız bir şeydi; Ne mi? Elbette ki; Oyun oynamak…. Zihnimiz neredeyse kocaman, tek bir delikten oluşan süzgeç gibiydi ve yaratıcı kaynağımız buradan özgürce akıyor ve oyun ile ifade buluyordu. Hemen hepimiz yaratıcı fikirlerle dolup taşıyorduk. Ne yazık ki, bizler büyüdükçe, oyun oynamayı  bıraktık. Ayrıca süzgeç deliklerimiz de gittikçe çoğaldı ve çoğalırken de herbiri küçülmeye başladı. Ve sonunda, kaynaktan akan çok az şey farkındalığımıza gelir oldu. Doğal olarak bizler de kendimiz hakkında şu sonuca vardık; “ben yaratıcı biri değilim…” Ne büyük bir yanılgı!

Bu süzgeç delikleri bizim mantığımızı oluşturur ve sosyal hayatta bunun çok da faydasını görürüz. Ancak anlamamız gereken şey şu ki; saf yaratıcılık denen şeye mantıksal yolla ulaşılamaz. Ama mantığımız, yaratımla hayata geçmiş fikirler doğrultusunda şekillenir. Örneğin ampul bulunmadan önce, geceleri odalarımızı aydınlatabilecek küçük güneşlerin havada asılı olabileceğini biri söylese, hiç mantıklı bulmaz, deli saçması der geçerdik. Birileri bu hayali gerçekleştirdikten sonra ise, mantık zincirimize bir halka daha eklemiş olduk.

Yaratıcılık, oyuncu ruh gerektirir. Yaptığımız iş, uğraş her ne ise, eğer ona yaratıcılık katmak istiyorsak, sonuca kafayı takmadan eylemin içinde olmalıyız. Nitekim oyunun skoru her ne olursa olsun, sonunda herkes kazanır. Çünkü oyun oynanmış ve oynayan herkes de bundan keyif almıştır. Skor hedefleri yani başarı kriterleri işin içine girdiğinde oyuncu ruh gider, yerine kaygılar gelir. Sonucun belli kriterlere uygun olması gerektiğine dair bu kaygılar, bizim iş yapışımızı temelinden değiştirir. Çünkü zihin durumumuz değişir; stres seviyesi artar, güvensizlik, yetersizlik, kaybetme, başarısızlık korkusu, vs. gibi duygular tetiklenir. Süzgeçin delikleri iyice küçülerek en nihayetinde akışı iyice kısar ve bizi kilitler. Halbuki, yaratıcılığın rahmi oyun ortamıdır. Yaratıcılık tohumları ancak orada beslenip büyüyebilir ve tam da zamanı geldiğinde bu hayata doğar.

Diğer önemli bir konu da, hemen ilk atışta hedefi tutturmak istiyor olmamız.  Yaptığımız denemelerde, hedefi birden fazla defa ıskaladığımızda, hemen vazgeçiyoruz ve bu işin bize göre olmadığına karar veriyoruz. Eğer bize göre olsaydı, tıpkı yaratıcı insanların hikayelerinde anlatıldığı gibi, kolaylıkla, kendiliğinden, çabasızca hedefi tutturmamız gerektiğini zannediyoruz. Halbuki, pratik yapmak, yaratıcı potansiyelimizi hayata geçirmemiz için  en önemli unsur. Yeterince pratik yapmadan, yaratıcı fikirleri hayata geçiren kasımız güçlenemez. Ancak ve ancak o güçlendikçe, kendiliğinden, kolaylıkla, akış içinde yaratımlar yapabilir seviyeye ulaşırız.

Aslında bunu daha iyi anlamak için, yaratım sürecine biraz daha yakından bakmalıyız. Bu süreç en temelde 3 aşamadan oluşur;

1- Hayal Kurma: Hayaller, daha süzgece gelmeden önceki engin okyanuslarda kurulduğu zaman saf yaratıcılığa hizmet eder. Çoğu insan ise bunu, süzgeçten sonraki o sığ sularda yapmaya çalışır. Yani akla mantığa uygun, gelecekte olmasını istediğimiz gerçekçi hayaller ya da olasılıklar üzerinden yazılan farklı senaryoların kurgulanması gibi… Halbuki hayal kurmaktan kastettiğimiz şey, çocukların ki gibi bir hayal dünyasıdır. Gerçekçi ya da mantıklı olup olmaması bir fark yaratmaz. Orada, kuşlar da uçabilir, köpekler de… İnsanlar da konuşabilir, ağaçlar da… Balıklar da yüzebilir, yıldızlar da…

2- Yaratıcı Fikir: Bu tip bir hayal dünyası içinde dolaşırken, ansızın bişey olur! Hayal dünyası ile gerçek hayat arasında bir kesişim yaşanır ve yeni bir bağlantı kurulur. Hatta bu durumu anlatabilmek için kafamda kıvılcım oluştu, şimşek çaktı gibi ifadeler kullanırız. İşte bu bağlantıyı kuran şey her ne ise, bir fikir damlası olarak süzgeç deliğinden diğer tarafa, yani bilinçli farkındalığımıza geçmeyi başarır…

3- Yaratım/üretim: Yaratıcı fikir tek başına yeterli değildir. Onun zihinde soyut bir kavram olmaktan öteye geçmesi ve gerçek hayatta da algılanabilir olması gerekir. Soyut haldeki saf fikrin, belli bir disiplin içinde şekil alması ve somut hale gelmesi, yaratım ve üretim aşamasıdır. Belli bir disiplinde pratik yapmak, yaratıcılığın bu aşamasının olmazsa olmazıdır.  Saf fikri soyuttan somuta geçiren bu kas ne kadar çok pratik yaptıysa, o kadar güçlüdür. Ve ancak bu sayede, kendiliğinden otomatik hareket edebilecek kadar yetkinleşir ve soyut fikrin orjinal haline en yakın üretimi yapabilir. Bu kas henüz güçlenmediyse, üretimlerimiz, kafamızda canlandırdığımıza göre daha sönük kalır. Bu bizi bir parça hayal kırıklığına uğratır. Fikrin çok da iyi olmadığını zanneder ya da yeteneğimizi sorgularız. Halbuki, tek yapmamız gereken üretim kasımızı güçlendirmeye devam etmektir.

Yukarıda bahsettiğim başlıkların belli bir sırada gerçekleştiğini düşünmüyorum. Yani, önce hayal, sonra fikir, sonra üretim olur gibi lineer bir düzenden bahsedemeyiz. Yaratıcı fikir illa ki hayal kurarak gelecek diye bir kural elbette ki yok. Örneğin, bir durum karşısında acil çözüm bulmamız gerekir ve bir anda kafamızda şimşek çakabilir. Hayal kurmak ise zaten ayrı bir fenomen. Yaratıcı fikir doğurayım diye değil bundan keyif aldığımız için hayal kurarız. Çünkü orası başka bir gerçekliktir ve orda her şey mümkündür. Üretmeye gelince; her zaman kendi yaratıcı fikirlerimizi üretmeyiz. Bazen ürettiklerimiz başkalarının fikirleridir. Mesela başkalarının bestelerini enstrümanımızla çalarız ya da başkalarının söylediği gibi şarkı söyler, dans eder yada onların kreasyonlarını kumaşa aktarırız. Böylece üretim kasımızı güçlendiririz. Ve bu da yaratıcı fikrin oluşmasını tetikleyebilir.  Sürecin nasıl işlediğini anlarsak, herhangi bir aşamada yaşadığımız “minik yenilgiler”in bizi durdurmasına izin vermez, bunları sürecin doğal birer parçası olarak görür ve yolumuza devam edebiliriz.

Örneğin benim en sıkıntı yaşadığım aşama üretim aşaması. Üretim kasım ise yazı yazmak. Yazdığım yazılar çoğunlukla kafamdaki saf fikri yansıtmaktan uzak oluyor ve bunu gördüğümde bırakıp kaçasım geliyor. Hele hele kendi ürettiklerimi, bu alanda kendini kanıtlamış başarılı insanlarınkiyle kıyasladığımda, tüm yazdıklarımın üzerine kocaman kalın bir çizgi çekmek, televizyonu açıp bişeyler yiyerek kendimi iyi hissetmek ve bu hayal kırıklığı duygusundan bir an önce kurtulmak istiyorum. Ve inanın bana bunu başarıyorum da. Ancak bir sorun var; içimde tam olarak ifade bulmadığı için tatmin olamayan parçam her geçen gün büyüyor, büyüyor, büyüyor… Öyle bir an geliyor ki, artık bu tatlı kaçışlar bile eski hazzı veremiyor. Ve yeniden yazmaya koyuluyorum:)

Yaratıcılığımızı farketmemiz ve onu uzun kış uykusundan uyandırmamız için bu aşamaların hangisinde takıldığımızı anlamamız önemli. Takıldığımız alan her ne ise, onu aşabilmek için kendimize doğru sorular sormalıyız. Ve sorduğumuz soruların cevabına, öğrenerek mi yoksa yaratarak mı ulaşabileceğimizin farkına varıp, yaşamda anlam yaratma yolunda özgürce ilerlemeliyiz.

Yaratıcılık, biz insanlar için yemek yemek su içmek kadar hayatidir. Bunu laf olsun diye yada anlamı güçlendirmek için söylemiyorum. İnanın bana gerçekten de hayatidir. Ve hatta ölüm-kalım meselesidir. Nasıl ki yemek yemez, su içmezsek fiziksel bedenimiz iflas eder ve sonunda ölür ise, yaratıcılığımızı kullanmadığımızda da, ruhumuzun bu yaşamdan aldığı haz, neşe ve coşkuyu öldürürüz. Yaşam sevincimizi kaybederiz. Bu süreç fiziksel beden ölümüne göre nispeten yavaş ve sinsice işlediği için, biz farkedinceye kadar iş işten çoktaaan geçmiş olur. Tıpkı kurbağaların, içinde bulundukları suyun ısınıp kaynadığını farkedememeleri gibi…

Ruh bu dünyada yaratım yoluyla kendini ifade eder. Her ifade edişinde, daha da büyür, genişler, etrafa ışık saçar. Çocuklar bu dünyadaki en yaratıcı varlıklardır ve ruhlarının ışığı pırıl pırıl parlar. Nedensiz bir neşe ve coşku içindedirler. Onlar bu yaşamın gerçek gurularıdır.

Anlamlı bir hayat sürmek istiyorsak, hayal edelim, yaratıcı fikirler doğuralım ve onları hayata geçirelim. Uzun lafın kısası, oyun oynamaya devam edelim…

 “Her çocuk sanatçıdır, asıl mesele büyüyünce de sanatçı kalabilmektir.” - Pablo Picasso



Yazar:Esra Günaydin
Kaynak:derki

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder