"Sapiens pol ipse fingit fortunam sibi." “Bilge,
kendi mutluluğunun efendisidir.” Plautus
“Aydınlanma nedir?”sorusu var oluşun anlamını arayan akil
insanlar tarafından tarih boyunca sorulmuştur. “Bu insanlar karşılaştıkları
zorluğa ve toplum tarafından dışlanmalarına karşın, kendilerini yalnızca bir
yanıt bulmaya adamışlar ve birçoğu yaşamlarını bu yolda insanlık için feda
etmişlerdir. Onların zahmetli arayışları; kendini bilmeye, evreni bilmeye ve
bilgiye duydukları açlık tarafından yönlendirilmiştir. Sorulan soruların
bazıları: “Ben kimim? Neden buradayım? Nereye gidiyorum? Yaşamın anlamı
nedir?”dir.”[1] “Aydınlanma felsefesi genel olarak insanın kendi yaşamını
düzenlemesini yeniden gündeme almış, hem düşüncenin hem de toplumsal yaşamın
köklü değişimlere uğrayacağı bir sürecin fikirsel ve felsefi başlatıcısı
olmuştur.
18. yüzyılın sonlarına doğru meydana gelen Fransız devrimi ve ardında
gerçekleşen modernleşme süreçleri, düşünsel anlamda etkilerini ve kaynaklarını
aydınlanma felsefesinde bulmaktadır.”[2] Rönesans ve reformlarla başlayan bu
gelişmeler, aydınlanmacılıkla doruğuna varmış ve buradan itibaren “modernleşme”
denilen sürecin oluşumunu hazırlamıştır. Bu süreç aydınlanmacılıkta ifadesini
bulan köklü bir zihin değişikliği anlamına gelmektedir.
“Din merkezli toplumsal yapının ve düzenlemelerin yerini bu
süreçte akıl merkezli toplumsal düzenlemeler arayışı alır. Bu mutluluk ve
özgürlük yolunda sonsuz bir ilerleme idealidir. Laiklik, aydınlanma
felsefesinin ve genel anlamda aydınlanmacılığın her tür girişiminde temelidir.
Kant, aydınlanmacılığı, "aklı kullanma cesareti" olarak
tanımlar.”[3]Aydınlanma Çağı, aklı kurucu ilke olarak benimseyerek, tüm
toplumsal yaşamın ve düşünüşün buna göre şekillendirilmesine yönlenilen
dönemdir. Kant’ın 1784 yılında yazmış olduğu "Aydınlanma nedir?"
yazısının bazı öne çıkan bölümleri şöyledir: “Aydınlanma, insanın kendi suçu
ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış
durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın
kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun
nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve
yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen
insanda aramalıdır “Sapare Aude!” “Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!”
sözü aydınlanmanın parolası olmaktadır.
Doğa, insanları yabancı bir yönlendirilmeye bağlı kalmaktan
çoktan kurtarmış olmasına karşın, tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki,
insanların çoğu bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak
kalırlar ve aynı nedenlerledir ki bu insanların başına gözetici ya da yönetici
olarak gelmek başkaları için de çok kolay olmaktadır. Ergin olmama durumu çok
rahattır çünkü. Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir
din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum
oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık. Para harcayabildiğim sürece
düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir; bu sıkıcı ve yorucu işten
başkaları beni kurtaracaktır çünkü. Başkalarının denetim ve yönetim işlerini
lütfen üzerlerine almış bulunan gözeticiler insanların çoğunun, bu arada bütün
latif cinsin ergin olmaya doğru bir adım atmayı sıkıntılı ve hatta tehlikeli
bulmaları için gerekeni yapmaktan geri kalmazlar. Önlerine kattıkları
hayvanlarını önce sersemleştirip aptallaştırdıktan sonra, bu sessiz
yaratıkların kapatıldıkları yerden dışarıya çıkmalarını kesinlikle yasaklarlar;
sonra da onlara, kendi kendilerine yürümeye kalkışırlarsa başlarına ne gibi
tehlikelerin geleceğini bir bir gösterirler. Oysa onların kendi başlarına
hareket etmelerinden doğabilecek böyle bir tehlike gerçekten büyük sayılmaz;
çünkü bir kaç düşüşten sonra bunu göze alanlar sonunda yürümeyi öğreneceklerdir,
ne var ki bu türden bir örnek insanı ürkütüverir ve bundan böyle de yeni
denemelere kalkışmaktan alıkoyar.
Demek oluyor ki her birey için nerdeyse ikinci bir doğa
yerine geçen ve temel bir yapı oluşturan bu ergin olmayıştan kurtulmak çok
güçtür. Hatta insan bu duruma seve seve katlanmış ve onu sevmiştir bile; işte
bu yüzden o, kendi aklını kullanma bakımından gerçekten de yetersizdir; çünkü
onun böyle bir deneyi gerçekleştirmesine asla izin verilmemiştir, o aklını
kullanmayı denemeye hiç bir zaman bırakılmamıştır. Dogmalar ve kurallar,
insanın doğal yetilerinin akla uygun kullanılışının ya da daha doğru bir
deyişle kötüye kullanılmasının bu mekanik araçları, erginleşme ve olgunlaşma
için sürekli bir ayak bağı olurlar. Biri çıkıp yürümeyi köstekleyen bu
zincirleri atsa da, en dar hendekten bile hemen öyle pek kolayca atlayamaz;
çünkü o henüz kendisine güven duyarak bacaklarını özgürce hareket ettirmeye
daha alışamamıştır. İşte bundan dolayı da ruhlarını, zihinsel yanlarını kendi
başlarına işleyip kullanarak ergin olmayıştan kurtulan ve güvenle yürüyebilen,
pek az kişi vardır.
Oysa buna karşılık, kitlenin kendi kendisini aydınlatması
daha çok olanak taşır; hatta ona özgürlük, yani özgür olma hakkı tanınırsa bu
durumun önüne geçilemez de. Çünkü yığının içinde, kamuda -vasiler arasında
bile- bağımsız düşünebilen bir kaç kişi her zaman bulunacaktır; bunlar önce
kendi boyunduruklarını atacaklar, sonra da insanın kendindekini akıllıca
değerlendirmesi yanında bağımsız düşünmenin kişi için bir ödev olduğu anlayışını
çevrelerine yayacaklardır. Ama eskiden kitleyi boyunduruk altına sokan ve
kendileri de aydınlanmaya öyle pek layık olmayan ve hak kazanmayan
gözeticilerden bir kaçı şimdi çıkıp da kitleyi boyunduruktan kurtulmaları için
kışkırtırlarsa, öteki gözeticiler bunları 'boyunduruk altında kalmaya
zorlarlar; önyargıları yerleştirmenin işte böyle zararları vardır ve bu
önyargılar kendilerini yayanlardan sonunda öçlerini alırlar. Bundan dolayı:
kamu ancak yavaş yavaş aydınlanmaya varabilir. Gerçi devrimler ile bir 'baskı
rejimi, kişisel bir despotizm, bir zorbalık yönetimi yıkılabilir; ancak yalnız
bunlarla, düşüncelerde gerçek bir düzelme, düşünüş biçimlerinde ciddi bir
iyileşme elde edilemez; tersine, bu kez yeni önyargılar, tıpkı eskileri gibi,
düşüncesiz yığına, kitleye yeni birer gem, yeni birer yular olurlar.
Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez ve bunun
için gerekli olan özgürlük de özgürlüklerin en zararsız olanıdır: Ne var ki her
yandan “Düşünmeyin! Aklınızı kullanmayın!” diye bağırıldığını işitiyorum. Kendi
aklının kitle önünde, kamuoyu önünde ve hizmetinde serbestçe ve açık bir
biçimde kullanılması her zaman özgürce olmalıdır ve yalnızca bu tutum insanlara
ışık ve aydınlanma getirebilir. Şimdi acaba aydınlanmış bir çağda mı yaşıyoruz?
Sorusu sorulunca, yanıt şöyle olacaktır: Hayır, aydınlanmış bir çağda değil,
fakat aydınlanmaya giden bir dönemde, 'bir aydınlanma döneminde yaşıyoruz.
Şimdiki zamanlarda olduğu gibi, insanlığın bir bütün olarak, başkasının
rehberliği olmaksızın, dinsel konularda kendi aklını iyi bir biçimde ve
güvenilir bir şekilde kullanması durumunda olması ya da bu duruma
getirilebilmesi için katedilecek daha çok yolumuz var. Fakat bu yönde özgürce
çalışmak için şimdi onların yolunun temizlenip aydınlatıldığına ilişkin farklı göstergelere
sahibiz; böylece evrensel aydınlanmaya giden yoldaki engeller, insanın kendi
suçu ile düşmüş bulunduğu bu ergin olmayış durumundan kurtuluşu ile ilgili
güçlükler yavaş yavaş da olsa giderek azalmaktadır. İşte bu bakımdan çağımız
bir aydınlanma çağıdır. Aydınlanmanın yani insanın kendi kabahati sonucunda
karşı karşıya bulunduğu olgun olmayış ya da kendi sorumluluğu sonucu düştüğü
ergin olmayış durumundan kurtuluşunun odak noktası olarak din konularını
belirlemeye çalıştım. Çünkü din bakımından ergin olmayış her şeyden daha çok
tehlikeli ve zararlıdır.”[4]
“Aydınlanma, aklı her yönüyle ve her bakımdan çekinmeden
kitlenin önünde apaçık olarak kullanmak özgürlüğüdür.”denir. Farklı bir bakış
açısı ile aydınlanma; farklı bir bakış açısından hakikat ile aramızdaki
perdelerin kalkmasıdır. Akil birey, eğer zamanını mükemmel bir biçimde
değerlendirebilirse yaşarken bir güneş gibi doğabilecek ve insanlığa da faydalı
olacaktır. Bu aydınlanma ve aydınlatma insan ruhuna, zekâsına ve vicdanına
nüfuz edeceği için hiç gölge bırakmadan her yerde olacaktır. Aydınlanma bir
nevi uyanıştır. Yeni bir “ben”e “merhaba” deyiştir. Yaşarken yenilenme, değişme
ve gelişmedir. Hermesçiler, kendilerini bütün varlıklarla birlik halinde
görürler. Onların elde ettikleri aydınlanma, onlara evren ile ortaklık şuurunu
getirir. Hermes diyor ki: "Osiris semadadır, fakat Osiris aynı zamanda her
insanın kalbindedir. Kalpteki Osiris, semadaki Osiris’i tanırsa o zaman insan
tanrısal bir ermiş olur ve parçalanan Osiris tekrar toplanır." İnsanın
kendine dayattığı toyluğun, ancak ölümden sonraki bir ruh göçü yolculuğu
sırasında aşama aşama değişime uğrayacağına inanan Mısırlılar, gelinen her
aşamada yeni bir bilinç düzeyine erişildiğine inanıyorlardı. Hermes, onu
izleyenlere yaptığı her konuşmanın sonunda şöyle demekteydi: "İnsanlar
ölümlü tanrılar, tanrılarsa ölümsüz insanlardır. Nur sizsiniz ve bu nur daima
parlasın."
Ermişlerin ermişi Hermes'in öğrencilerine öğüdü ise
şöyledir: "İlim kuvvetin, iman kılıcın, sukut da delinmez zırhın olsun.
Hakikati herkesin anlayış derecesine göre açıkla. Ruh üstü örtülü bir nurdur ki
ancak Aşk ile ebedi olarak parlar; aşksız ise sönüp gider." Goethe ise
şöyle der: "İnsanlara oldukları gibi davranırsak, oldukları gibi kala
kalırlar. Ama onlara olmaları gerektiği gibi davranırsak, olabileceklerinin en
iyisi olurlar." Aydınlanmayı hayatlarında deneyimlemiş ve bu yolda yolcu
olmaya karar verip eyleme geçen bireyler için hedeflenen bir varış noktası
yoktur. Hedef yolun kendisidir. Bir noktaya ulaşıp orada yok olmak yani hiçlik
hedef değildir. Zaten doğu öğretilerinde “Nirvana’ya ulaşmak” sönmek anlamında
kullanılmaktadır. Bu büyük günahların insan yüreğinde yaktığı ateşin sönmesi
demektir. Nefsine hâkim olmaktır. Nirvana’ya ulaşmak yok olmak değil, tam
tersine ölümsüzlüğe ve sonsuzluğa erişmektir. Kadim öğretilerde yöntem ise iki
sütun arası “Orta Yol”dur.
“Başkalarını anlamak bilgeliktir. Kendini anlamak
aydınlanmadır.” der Lao Tse.Mısır öğretilerinde aydınlanma id’in Amon Ra’ya
ulaşmasıdır. Farklı ezoterik disiplinlerde “Nirvana” “Yeniden Doğuş”,
“Diriliş”, “Aydınlanma”, “Kalp Gözünün Açılması”, “Arınma” ve “Kavuşma” gibi
değişik adlarla tanımlanan ezoterik dönüşümdür. “Ne biliyoruz ki!” isimli
kuantum fiziği ana temalı kurgu belgeselde şöyle geçer: “İçimizde olan dışımızda
olanı yaratacaktır. Soru sormaya, yaşamını sorgulamaya, düşünmeye başlayınca,
tamamıyla yeni bir kavrama bağlanırız! Bu da sonuçta bizi içten dışa
değiştirir. Ben sandığımdan daha fazlasıyım. Hatta bundan da fazlası
olabilirim. Çevremi, insanları etkileyebilirim. Siz hiç, kendinizi bir
başkasının gözlerinden gördünüz mü? Ne aydınlanma ama! Siz hiç, bir an öylece
durup da nihai gözlemcinin gözleri ile baktınız mı kendinize ?” Aydınlanma
metodolojisinde temel farklılardan biri şöyledir: Örneğin Budist yolu, içe
çekilme yoluyla aydınlanma esasına dayalı bir ezoterizm iken, Batı ezoterizmi
dışa da hâkim olunması temeline dayanarak hem içeriyi hem dışarıyı hem aşağıyı
hem yukarıyı kapsayan bir tarzı benimser. Zerdüşt’e göre ruhlar ölümsüzdür, bu
ölümsüzlük tanrısal öze ortak oluşu yüzündendir. Bu görüş Müslümanlıkta
“Vahdet-i Vücud” ilkesinin de temeli olmuştur. Zerdüşt şöyle der: “Cahil insan,
Ahura Mazda’nın katına ulaşamaz. Bilgi, insanın gönlünü aydınlatan tanrısal bir
ışındır ve sevgi ile biçimlenen bir mutluluk unsurudur. Mutluluk kişinin
aydınlanması ve karanlığın etkisinden kendini kurtarmasıdır. Mutluluğu sağlayan
sevgi ile yaratıcılık birbirlerine gereksinim duyar. Çünkü sevgi ile
yaratıcılık birbirlerine gereksinim duyar ve birlikte var olurlar.” Amaç sevgi
ve bilgi sütunları üzerinde güçlü bir şekilde iyi, doğru ve güzel düsturları
ile yenilenmek, yaşarken gelişmek ve daima ilerlemektir.
Tüm kadim öğretiler hikmete dayalı, avama kapalıdır ve
öğretilerin hedefleri bilgeliktir. Bilgeliğe ise, içsel özgürlüğe, yetkinliğe
ve bütünlüğe kavuşmakla erişilebilir. O bir arayıştır. Hakikati, Platon’un
dediği gibi “bütün ruhunla” aramak gerekir ve ruh bu arayıştan başka bir şey
değildir. Şeyh Galip şöyle der: “Özüne hoşça bak, çünkü evrenin gözü sensin. Sen
bütün varlıkların gözbebeği olan, insanoğlusun”. Aydınlanma, "tin"in
olgunlaşması, kendini bulmasıdır. İradesine, nefsine sahip çıkması ve kendi
iradesiyle aklını yönetebilmesi, duygularının efendisi olmasıdır. Aydınlanmak
aynı zamanda özgürleşmek demektir. Aklın zincirlerini koparıp özgürlüğüne
kavuşmasıdır. Bu da insanlığın tekâmülü, ilerlemesi ve gelişmesi demektir.
Nietzsche, kendimize yapmamız gereken yolculuğumuzun zorunluluğunu şöyle
açıklıyor: "Hayat, bana şu sırrı verdi: Bak dedi bana, ben her zaman kendi
kendini aşması gereken şeyim." Farabi şöyle devam eder: “Erdemlerin en
büyüğü bilimdir” Miguel de Unamuno ise şöyle sonlandırır: “En zor bilim de
kendini bilmektir”
“Akıl”, “birey” ve “bilgi” gibi üç ana öğeye dayanan
aydınlanma düşüncesi, bireyi bilgi ile donatmayı ve yaşamın kurallarını,
ilkelerini akıl ile bulmayı, ona göre davranmayı amaçlamaktadır. Laplace XVIII.
yüzyılda şöyle der: "Hiçbir şey belirsiz olmayacaktır ve gelecek geçmiş
gibi gözlerimizin önünde hazır olacaktır."
Aydınlanma, bir birikim sonucu oluşur ve yola koyulduktan sonra da bir
ömür boyu devam eder. Bazı kontrolsüz, dağınık insan tipleri vardır ki her
şeye: “O nasıl yapılacak, yapılamaz, söylemesi kolay, imkânsız, ancak çok güçlü
biri yapar, vs...” şeklinde sızlanarak bol bol ama ve fakat ile devam eden
cümleler kurarakolumsuz şekilde yaklaşır. Bu tip sarmallarda kalmaya âşık,
karar alıp eyleme geçirme özürlü bu insancıkları, vesveseli döngülerinde rahat
bırakıp kendi yolunda ilerlemek gereklidir. Burada tekrar o sözü hatırlayalım:
"Sapare Aude!" yani “Aklını kullanma cesaretini göster!”
Asıl olan bilmektir Yüzyıllar boyu zincirlere vurulup,
dogmanın zindanlarında tutsak olan özgür insan düşüncesi artık örümcek
zihniyetli karanlık insanların hegemonyasından kurtulmuştur ve tekrar o eski
günlere dönmeyecektir. Hegel'in de dediği gibi tarih hep ileriye ve gelişmeye
doğrudur. Ayak sürüyenler, geriye döndürmek isteyenler olacaktır. “Fikirler,
ordulardan daha güçlüdür.” diyor Paxton. Ezoterik öğretilerde “Şövalye”
sembolünde hayat bulan aydınlık yolda yürüyen hem fikir hem de eylem adamlarına
düşen cesaretle aydınlanmanın kurucusu, yayıcısı ve bekçisi olma konumunu
savunmaktır. Bağnazlıkla, boş görüşlerle mücadele etmek karanlığa karşı taraf
olup görevimizi biran bile düşünmeden yerine getirmektir. Denildiği gibi: “Rüya
ile hedef arasındaki fark eylemdir.” Ülkemizde 18. yüzyıl aydınlanmasının ışığı
Atatürk Devrimlerinin gerçekleştirilmesi ile mümkün olabilmiştir. Aydınlanmanın
ışıklı yolunun vazgeçilmez tamamlayıcısı ise laiklik ilkesidir. Aydınlanma,
insanın insan olma bilincidir. O, sorumluluk ve görev bilinci ile yaşanan bir
hayat demektir. Sadece kendi için yaşama lüksünden sıyrılıp insanlık için
çalışmak demektir. Aydınlanmak, okumak, bilmek, bilgi peşinde olmak ve zor olan
yolu seçmektir. Emek harcamaktır. Bu yolu seçmeyen büyük kitleler ise bilgi
sahibi olmadan fikir sahibi olma cüretini de göstererek maalesef “Bunlar
elitist, herkese tepeden bakıyorlar, vs...” şeklinde ciddi komplekslerle ateş
püskürerek hareket etmektedirler. Bu kitleler bireysel aydınlanmayı
yaşayamadıklarından, gerekli eğitimi içselleştiremediklerinden bu egosal basit
tepkileri göstermektedirler.
Zamana uyum sağlayamayan, hızla değişen dünyaya ayak
uyduramayan, teknoloji ile bağını koparan bireylerin bu yeniçağda varolma şansı
yoktur. Bireysel aydınlanma bilim, akıl ve kontrollü sezgiyi kullanarak, ilk
önce kendinden başlayarak insanlığa uzanan aydınlanma ışığını yaşamaya ve
yaymaya gayret etmektir. Yaşadığımız“Bilgi Çağı”’nın gereğinin yapılmasıdır. Bu
yolda fikren olduğu kadar ruhen de aydınlanmaya gayret olunur. Yolda olan
“havass”ın sahip olduğu ışık akıl, esas enstrümanı ise bilgidir. Can Dündar bir
yazısında şöyle diyor: “Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını
öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
gerektiğini öğrendim.”Bizlere düşen görev Bekir Coşkun’un“Göbeğini kaşıyan
adam”’ını “Başını kaşıyan, düşünen adam”’a dönüştürmeye vesile olmaktır.
Karanlığa giden bir yolda olunduğu hissiyatı ile yaşayan aydınlanma yolundaki
bireyler şu evrensel yasayı hiçbir zaman unutulmamalıdır: Her keder, üzüntü ve
acı eninde sonunda kurtuluşla ve mutlulukla son bulacaktır.
Nietzsche bir eserinde şöyle der:“Her zaman uzağa, daha
uzağa uçan bu cesur kuşlar elbet ki bir an gelecek, daha ileri gidemeyecekler.
Bir seren direğine veya bir kısır resif kayalığına dönüp kalacaklar.
Ama kim çıkıp ta artık onların önlerinde sonsuz ve serbest
bir yol kalmadığını söyleyebilir?
Kim uçabildikleri kadar uçtular diyebilir?”
[1] Aydınlanma Nedir?, Ayna Yayınevi,
[2] Felsefe Tarihi, Macit Gökberk, istanbul.1985. Remzi
Kitapevi, s. 328.
[3] http://tr.wikipedia.org/wiki/Aydınlanma_Çağı
[4] Felsefe Yazıları, Aydınlanma Nedir(1784), Immanuel Kant,
(Türkçesi: Nejat Bozkurt, Felsefe Yazıları-1983)
Yazan:Berk Yüksel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder