Suya bakın, nasıl da akıyor kendi
yolunda. Eğiliyor, kıvrılıyor, karşısına çıkan engellerden zorlanmadan kayıyor…
Gitmesi gerektiği yere doğru akıyor; nereye gittiğini bilmeden, umursamadan.
Süzülüyor toprakta, adeta dans ediyor. Dans ederken söylüyor şırıltılarla
şarkısını. Su akıyor, buluyor yolunu; yorulmadan, zorlanmadan, güç harcamadan
kendi halinde…
“Zambakların nasıl büyüdüğüne
bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Ama size şunu söyleyeyim, tüm
görkemine rağmen Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi!” (Matta,
6:28-29)
Akışta olmak, çok duyulan bir
ruhsal terimdir. Ama ne kadar uygulayabiliyoruz? Ve ne kadar farkında
olabiliyoruz bu eylemin? Her birimiz aslında akışa bırakırız kendimizi arada
sırada ama yine de çoğu zaman direniriz hayatın akışına. Hayatın akışı
sürprizlerle doludur, aynı nehrin akışı gibi… Bilemez karşısına hangi taş
çıkacak, bilemez hangi dağdan kıvrılacak, hangi vadiye açılacak, hangi okyanusa
dökülecek ama buna rağmen akar ve kendi yolunda dingince gider. Bazen akış
hızlanır bazen yavaşlar hatta bazen hafifçe duraksar ama yine devam eder
yolunda. İşte akışta olmanın en güzel örneği budur. Hayatın bir akışı ve bu
akış içerisinde değiştiremediğimiz “koşullar” ve “kişiler” vardır. Bizler bu
koşulları ve kişileri sürekli değiştirmeye ve olayları kendi lehimize çevirmeye
çalışırız halbuki bu, nehrin akışına ters yüzmekle eşdeğerdir.
Akışta olmak, bütün olan olayları
ve kişileri “olduğu halleriyle” kabul etmek ve direnmeden hayatın bizi
götürdüğü yolculuktan keyif almak, demektir. Ama maalesef genelde ilk
değiştirmeye çalıştığımız şey kendimiz oluruz ve doğamızla uyumlu yaşamayı
unuturuz.
İsa’nın dediği gibi zambaklara,
çiçeklere, envai çeşit böceğe, doğaya bakın. Hangisi güzel olmak için çaba sarf
ediyor, hangisi kendini değiştirmek için uğraşıyor? Hiçbiri… Sadece kendilerini
biliyorlar ve kendilerini kabul ediyorlar, kendi doğalarıyla uyumlu yaşıyorlar,
sadece o kadar. Ve bu muazzam güzellik ortaya çıkıyor. Aynısı bizim içinde
geçerli, biz de güzeliz, biz de ışıldıyoruz, kendi doğamızda mükemmelliği
sergiliyoruz. Peki buna rağmen neden bunu kabul etmek yerine kendimizi
değiştirmek için sürekli çaba sarf ediyoruz, neye direniyoruz. Doğamızı neden
reddedip başkalarına benzemeye çalışalım ki… İşte doğanın bize verdiği mesaj
budur; kendi doğanı kabul et ve onu onurlandır.
Akışta olmak, önce kendini kabul
etmekle başlar, kendi doğamızı sevmek ve kabul etmekle… Ve sonra olayları ve
insanları kabul etmekle devam eder ve ardından hayatın getirdiklerini sevgiyle
karşılamaya dönüşür. İşte bu ruh halinde, kendi doğamızda aktığımızda
sürprizlerin ne olacağına aldırmadan huzurla yol alırız. Çaba sarf etmemize
gerek yoktur aslında. Ve Evren bizden çaba sarf etmemizi istemez, sadece fark
etmemizi ister. Zorlukların üstesinden gelmek için çaba sarf etmemizi istemez,
sadece o zorluğun neden olduğunu fark etmemizi ister, hastalıklarla savaşmamızı
istemez, sadece o hastalığın ne öğretmek için geldiğini fark etmemizi ister,
bize sataşan insanları alt etmemizi istemez, sadece o insanın neden karşımıza
çıktığını fark etmemizi ister. Kısacası hayat bizden sadece fark etmemizi
ister, bu yüzden en temel öğretidir farkındalık. Fark ettiğiniz anda, olayın
arkasında yatan sebebi bulursunuz ve anında olay kendiliğinden çözülür. Dersi aldığınızda, öğrenmeniz gerekeni
öğrendiğinizde yani amacı fark ettiğinizde size zarar veren kişi hayatınızdan
çıkar, hastalık iyileşir, dalgalı sular dinginleşir. Her şey olağan akışında
devam eder. Berekette öyledir. Para girer, para çıkar, eşya girer eşya çıkar.
Eğer siz bu akışı keserseniz örneğin eşyaları biriktirir ve atmazsanız (eski
giysiler, eşyalar vb), ya da para biriktirmek için (fakirlik korkusu) ekstra
çaba sarf ederseniz bu akışı engeller ve bereketin hayatınıza gelmesini
engellersiniz. Hemen deneyin, yıllardır giymediğiniz giysiler varsa çıkarın
dolabınızdan ve başkalarına verin. Yıllardır kullanmadığınız eşyalar varsa
atın. Bakın hemen nasıl yenileri hayatınıza girecek, nasıl enerji akışa
geçecek…
spiritual-energy
Evrende sürekli bir akış vardır
ve her şey çaba sarf etmeksizin kendi akışında ilerler ve gelişir. En küçük
yapı taşından en karışık sisteme kadar bu böyledir. Sular akar okyanuslara,
yağmur yağar toprağa, tohum düşer ağaçtan ve bitki olarak yükselir topraktan.
Kışın bitkiler ölürler ve yazın dirilirler, hayvanlar beslenirler ve bazen
kendileri besin olurlar. Kısacası bir döngü, bir akış vardır. Akışta olmak
demek, sadece bu akışa kendimizi bırakmamız ve kendi doğamızda hareket etmemiz
demektir.
“Birisi yanan bir meşaleyi nehre
atabilir, nehre ulaşana kadar meşale yanık kalır, nehre düştüğü anda ateş
söner, nehir onu soğutur. Ben, nehir oldum. Bana küfür edersiniz onlar ateştir,
bana ulaştıkları anda benim serinliğim içinde ateş kaybolur, artık acıtmaz. Siz
dikenleri atarsınız, sessizliğime düşünce onlar çiçeğe dönüşür. Ben kendi
yaratılışımın doğasından hareket ediyorum” Buda
riverValley
Buda’nın dediği gibi siz akışta
olduğunuzda artık dış koşulların etkisinde kalmazsınız, çünkü dış koşulları
kabul etmişsinizdir, bir su gibi naif ama güçlü, derinden bir şekilde o
koşullarda zarar görmeden akar ve fark etmeniz gerektiğini fark eder, almanız
ve öğrenmeniz gerekeni alır ve öğrenerek yolunuza devam edersiniz. İşte bu
akışta olmak, tekamül yolculuğunun ta kendisidir. Bu tam olarak yaratılışın
doğasında hareket etmek demektir. Bir zen ustası olan Thich Nhat Hanh der ki,
“Yürürken bile yürüdüğünüzü fark edin, yavaşça toprağa basın ve dans eder gibi
naifçe yürüyün.” Bu yüzden bu zen ustası öğrencilerine “yürüme” egzersizi
yaptırır tabii farkındalık ile. Bu fark etmenin ve uyumlu bir şekilde yürümenin
bilgeliğini sunar bize.
Yaşamak olduğundan çok daha kolay
aslında, ama biz direnerek akışa ters yüzerek zorlaştırıyoruz her şeyi. Sadece
kabul etmek, geçirgen olup fark etmek ve kendi doğamızda akmak, işte bu
gelişimin ve akışta olmanın temelidir. Eskilerin dedi gibi;
“Su akar yolunu bulur.”
Kaynak: | Yazar: Efe Elmas |İndigo
Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder